logo

Başbakan Davutoğlu’nun Seçim Beyannamesi

Başbakan Davutoğlu’nun Seçim Beyannamesi

davutogluBaşbakan Davutoğlu “2023’e girerken Yeni Türkiye Sözleşmesini takdim ediyorum, işte AK Parti vizyonunun 2023 Yeni Türkiye Sözleşmesi” diyerek 100 maddeli beyannameyi okudu.

Şimdi bütün bu tarihi tecrübeler, demokrasi tecrübeleri üzerine seçim beyannamemiz yanında bütün vatandaşlarımıza bir sesleniş olarak, Türkiye’nin siyasi partilerine, muhatabımız olan, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, Türkiye’nin entelektüel camiasına, aydınlarına yönelik olarak, 2023’e girerken Yeni Türkiye Sözleşmesini onlara takdim ediyorum, işte AK Parti vizyonunun 2023 Yeni Türkiye Sözleşmesi.

AK PARTİ 2023 YENİ TÜRKİYE SÖZLEŞMESİ

(100 Maddelik Seçim Beyannamesi) TIKLAYINIZ…

Şimdi yüksek müsaadelerinizle 100. yıla atfen 100 maddeden oluşan bu sözleşmeyi huzurunuzda okuyacağım.

Bismillah diyerek okuyorum, Rabbimin bereketi olsun diyerek ve tarih şahit olsun diyerek okuyorum, ecdada borcumuz olarak okuyorum, yeni nesillere ve gençlere mirasımız olarak okuyorum, bütün partilere bir çağrı olarak okuyorum, bir davet olarak okuyorum, ya Allah, bismillah.

Her siyasal düşünce ve düzen insana hitap etmek ve belli bir mekana ve zamana dayanmak zorundadır.

İnsana hitap etmeyen ve zaman ve mekanın gereklerini gözetmeyen hiçbir siyasal düzen kalıcı olamaz.

Yeni Türkiye Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken, insana, zamana ve mekana hakkıyla hitap eden kapsayıcı bir yenilenmenin ve süreklilik içinde yeniden inşa sürecinin eseri olacaktır.

100 yıl önce Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşının acıları üzerinde onurlu bir İstiklal Savaşı vererek Cumhuriyetimi kuran neslin torunları olarak bizler bu onurlu savaş sonunda özgürleştirilen vatanımızın asli sahipleriyiz.

Etnik, dini, mezhebi ve bölgesel zenginliğimiz kadim ortak geçmişimizin güzel yansımalarıdır ve vatanımızın asli sahipleri ve devletimizin eşit vatandaşları olduğumuz gerçeğinin en güçlü dayanaklarıdır.

100 yıl önce kadim coğrafyamızın her bir köşesinden, Anadolu’dan, Rumeli’den, Ortadoğu’dan, Kafkasya’dan gelerek sömürgeciliğe karşı omuz omuza mücadele eden dedelerimiz için de, onları Orta Asya’dan Hint’e, Güneydoğu Asya’dan Afrika içlerine kadar ellerindeki dar imkanlarla ve dualarla destekleyen mazlum milletler için de, İstiklal Savaşımız sadece bir milletin var olma savaşı değil, bütün bir insanlık onuru için verilen kutsal bir mücadeleydi. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en temel ilkesi insan onurunun korunmasıdır. Bu ilkeyi Şeyh Edebali’nin kadim siyasal bilincimizin ve devlet ahlakımızın temelini dokuyan insanı yaşat ki devlet yaşasın ilkesini çağdaş siyaset dilindeki karşılığı olarak görüyor ve gelenek ile çağdaşlığı bu çerçevede bir zıtlık içinde değil, ayrılmaz bir bütünlük içinde değerlendiriyoruz.

İnsan onuruna yakışır bir kültürel ve ekonomik gelişmişlik seviyesine sahip olmak, insanı yaşatmak idealinin ayrılmaz bir unsurudur. Ve devletin sorumluluğu, vatandaşlarının onurlu bir hayat sürmelerine zemin oluşturacak siyasi, kültürel ve ekonomik şartları sağlamaktır.

İnsan onuru, siyasi, ekonomik ve kültürel düzenimizin de, dış politikamızın da temelini teşkil etmektedir. İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez, gösterilemez.

İnsan onuru ile taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse, hiçbir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez. İnancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve hayat tarzı sebebiyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz.

Devletler ve milletler, ancak ve ancak onları oluşturan bireylerin aidiyet bilinciyle tarih içindeki varlıklarını sürdürebilirler. Vatandaşların ülkelerine duydukları aidiyet bilinci ve hiçbir vatandaşı veya vatandaş grubunu dışlamayan ve ötekileştirmeyen, içselleştirici bir siyaset anlayışı devletlerin bekasının en temel garantisidir.

Ülkeleri, aidiyet bilinci kurar ve ayakta tutar, ekonomik, siyasi ve askeri güç ise yükseltir ve tahkim eder. İnsan onuru ilkesinin anayasal ve siyasal düzenimizdeki dayanakları aidiyet bilincimizi oluşturan ortak tarihdaşlık ve hak, hukuk ve adalete dayalı eşit vatandaşlıktır. Ortak vatandaşlık, ortak kadim geçmişimizi ve geleceğe dönük ortak kader bilincimizi de yansıtmaktadır.

Yüzyıllardır Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz ortak medeniyet birikimi, bu medeniyet birikimi üzerinde yükselen Selçuklu ve Osmanlı düzenleri, 100 yıllık Cumhuriyet kazanımları ve yarım askı geçen demokrasi tecrübesine dayanarak, son 12 yıllık toparlanma döneminden sonra tam bir özgüven içinde 21. yüzyılın yükselen güçleri arasına girmeye hazırlanıyoruz.

Bu çerçevede, dinamik tarihi akış içinde hedefimiz, bütün unsurlarıyla milletimizi tarihin nesnesi değil öznesi, millet iradesine dayanan devletimizi de tarihi akışın edilgen takipçisi değil, öncüsü kılmaktadır.

Eşit vatandaşlık ilkesi ise çağdaş siyasal meşruiyetin temelidir ve bu temel hiçbir suretle ve hiçbir gerekçeyle zayıflatılamaz, göz ardı edilemez.

Bu temel üzerinde Cumhuriyetimizin 100. yılına yürürken önceliğimiz, ülkemizin katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve sivil bir anayasayla yönetilmesini sağlamaktır. Özgürlük, eşitlik ve adalet değerleri üzerine inşa edilecek yeni anayasal düzemizin en temel ilkesi, ahlaki referansı ve ruhu insan onuru olacaktır. İnsan onuru ancak ve ancak insanın tercih ve irade gücünü yansıtan özgürlükler ile hayat bulabileceğinden, yeni anayasal düzenimizin odağında insan hak ve özgürlükleri yer alacaktır.

Kadim kültürümüzde esasları korunmuş olan canın, aklın, neslin, inancın ve mülkün korunması, kamunun sorumluluk alanlarını çağdaş toplumsal hayatın temelini dokuyan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ise vatandaşların temel özgürlük alanlarını tanımlar.

Bu çerçevede, düşünce, inanç, ifade ve girişim özgürlüğü insan onurunun ve kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır ve anayasal koruma altında olacaktır. Bu özgürlükleri sınırlayan yegane unsur, eşit haklara sahip diğer vatandaşların özgürlük alanları ve onurlarıdır.

Her özgürlük bir sorumluluk getirir. Basın ve ifade özgürlüğü, özel hayata saygılı basın ahlakını, girişim özgürlüğü meşru ve vergilendirilmiş kazanç anlayışını, inanç özgürlüğü diğer inançlara saygıyı gerektirir.

Kamu düzeninin insan hak ve özgürlüklerinin hayat alanı olarak görüyor, bu çerçevede özgürlük ve güvenlik kavramlarını birbirlerinin karşıtı değil, tamamlayıcı unsurları olarak değerlendiriyoruz.

Özgürlüğü garanti edilmemiş insanın kendi onurunu koruması, güvenliği tehdit altında olan birinin kendi özgürlük alanını yaşaması mümkün değildir.

Güvenlik adına özgürlüklerin kısıtlanmasının insan onurunu yok eden dikta rejimlerine, özgürlük adına güvenliğin ihmal edilmesinin ise kaosa ve iç çatışmalar yol açtığı gerçeğinden hareketle, özgürlük-güvenlik dengesini ve uyumunu siyasal meşruiyetin temeli olarak görüyoruz.

Siyasal meşruiyet, siyasal düzeninin asli kurucusu olan vatandaşlar ile bu düzenin görünen yüzü olan devlet arasında kurulan bir rıza ilişkisinin ve toplumsal sözleşmenin ürünüdür.

Dolayısıyla, siyasal meşruiyetin ve egemenliğin kaynağı da, denetleyicisi de sadece ve sadece eşit vatandaşlardan oluşan millettir.

İstiklal Savaşımızın yürütülmesinin ve Cumhuriyetimizin kurulmasının anayasal temelini oluşturan 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununun 1. maddesinde ifade edildiği gibi hakimiyet bila kaydü şart milletindir. Bu kurucu ilke ilan edildiği ilk günkü gibi bugün de geçerlidir, yarın da geçerli olacaktır.

Devlet mekanizmaları toplum üzerinde egemenlik kurma araçları değildir. Bütün bu mekanizmalar milletin emrindedir, yani amir olan millettir, memur olan devlettir.

Meşruiyetini milletten almayan ve milletin denetimine açık olmayan hiçbir gücün, vesayetin, cuntanın, paralel yapının veya bürokratik seçkinciliğin küllü ya da kısmi egemenliği kabul edilemez. Meşruiyetini milletten almış yönetimlere karşı gerçekleştirilen 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi doğrudan, 28 Şubat, 27 Nisan ve paralel yapı oluşumları gibi dolaylı darbe ve müdahale girişimlerini kınıyor, meşruiyetini milletten alan demokratik güçler olarak ileride olabilecek benzer girişimlere karşı ortak tavır alacağımızı ilan ediyoruz.

Demokrasiyi 1947 yılında açık oy, gizli tasnif esasına dayalı muhtarlık seçimlerinde kaçırılmak istenen sandığa sandık namusumuzdur diye kapanarak sadece sandığı değil millet iradesini ve vatandaşlık onurunu da koruyan Mersin Arslanköylü yiğit Anadolu kadınlarının kutsal emaneti olarak görüyoruz. Her seçimde vatandaşlarımızca korunan bu emanet demokrasimizin kökleşmesini sağlamıştır. Açık ve şeffaf seçimler bundan sonra da demokrasiye dayalı siyasi istikrarımızın en temel düsturu olacaktır. Bu çerçevede sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz, iptal edilemez.

Cumhuriyetimizin demokrasiyle taçlanması geri döndürülemez bir kazanımdır. Cumhuriyetimiz ortak aidiyetimizin demokrasi bu ortak aidiyet alanındaki farklılıklarımızın korunmasının teminatıdır. Nihai hedefimiz, evrensel ölçekte çoğulcu, eşitlikçi ve katılımcı demokrasiyi hayatın bütün alanlarında yaşanır kılmaktır. Temsili demokrasi bütün unsurlarıyla korunurken çağdaş teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı yeni katılım kanalları genişletilerek katılımcı demokrasi derinleştirilecek ve yerinden yönetim ilkesi tabana yayılacaktır. Bu çerçevede çoğulcu ve katılımcı demokrasinin zeminini oluşturan, sivil toplumun güçlenmesine imkan sağlayacak ve sivil toplum kuruluşlarının demokratik yönetime daha aktif katkı sağlamasının önündeki engelleri kaldıracağız. Güçler ayrılığı ilkesine dayanan anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiçbir güç kalmayacaktır. Millet tarafından doğrudan seçimle iş başına gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama görevini yaparken hiçbir şekilde ve hiçbir güç tarafından baskı altına alınamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 7 Haziran seçimleri sonrasında öncelikli asli görevi ülkemizin ilk sivil anayasasını uzlaşı kültürü içinde yazmaktır. Ülkemizin bütün siyasi partilerini ve sivil toplum kesimlerini bu uzlaşının oluşumuna katkıda bulunmaya davet ediyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni sivil anayasanın kabulünden sonra bu anayasal çerçeve içinde yasama ve denetim faaliyetlerini yürütür. Bu faaliyetler anayasal çerçeve içinde denetime açık olacaktır.

Demokratik hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yargı bağımsızlığı esastır. Bu bağımsızlık diğer anayasal güçlerle ilişkilerde olduğu kadar kendi içinde oluşabilecek örgütlenmelere karşı da korunacak jüristokrasi, yani yargıçlar iktidarı benzeri oluşumların önüne geçilecektir. Yargı bağımsızlığının tamamlayıcı unsuru, insan onurunun korunması amacıyla hukuk ve adalet ekseninde teminat altına alınan tarafsızlık ilkesidir. Hukuk düzenine her bir yargıcın objektif hukuk normları içinde tek başına ve sadece kendi vicdanıyla karar vermesini sağlayacak bir işlerlik kazandırılacak, yargı kararları demokratik hukuk devleti kuralları içinde denetime açık olacaktır.

Darbe dönemlerinde milli iradeyle iş başına gelen hükümetleri sınırlamak için yapılan müdahaleler sonucu parlamenter sistem özünden ve işleyiş ilkelerinden uzaklaştırılmış, güçlü yetkilerle donatılmış olmakla birlikte hukuken sorumluluk taşımayan Cumhurbaşkanlığı makamı ile yetkileri sınırlandırılmış olmakla birlikte bütün hukuki ve siyasi sorumluluğu üstlenen Başbakanlık makamı arasında son olarak 2001 ekonomik krizine de yol açan yetki çatışmalarından kaynaklanan krizler yaşanmıştır. Yetki kargaşasıyla malul hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması, yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir. 2007 yılında yapılan anayasa reformunun ilk uygulaması olarak 2014 yılında Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesiyle birlikte idari yapının başkanlık sistemi yönünde yeniden yapılandırılmasını yetki kargaşasının giderilmesi ve hesap verilebilirliğin gerçek anlamda tesisi için gerekli görmekteyiz.

2014’te milletimiz doğrudan Cumhurbaşkanını ilk defa seçmiştir, bundan sonra da milletimiz kendi yöneticilerini hiçbir baskı olmadan seçmeye devam edecektir.

Başkanlık sistemini zikrettiğimiz özgürlükçü anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz. Bütün siyasi tarafların ve sivil toplum kesimlerinin etkin yönetim ve hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde bu yeniden yapılandırma sürecine katkıda bulunmaya davet ediyoruz. Her ne surette olursa olsun yürütme erki de yasama ve yargı erki gibi anayasal denetime açık olacaktır. Yürütme erkinin aygıtları olan sivil ve askeri bürokrasi, kadim siyaset kültürümüzden gelen ehliyet ve liyakat esaslarıyla çağdaş bürokrasinin rasyonel ve profesyonel kuralları içinde yapılanırlar ve çalışırlar. Üstlendikleri işler ve görevler açısından hesap verme makamında bulunan ve milli iradeyle göreve gelmiş sivil otoriteye tek tek ve bir bütün olarak tabidirler. Kamu otoritesi sadece ve sadece yetkiyi demokratik seçimlerle halktan almış yürütme erki sahiplerince kullanılır. Bürokraside hiçbir gerekçeyle yatay ya da paralel örgütlenmelere izin verilmez. Bürokratik hiyerarşiyi, dolayısıyla devlet düzenini bozan uygulamalara karşı gereken tedbirler alınır.

Sömürgecilikten kaynaklanan sermaye birikimine ve zengin doğal kaynaklara sahip olmayan ülkemizin en önemli ekonomik güç unsurları, özgürlükçü demokrasisi, iyi eğitilmiş dinamik insan kaynağı ve jeoekonomik açıdan eşsiz coğrafyasıdır. Bugün bütün çağdaş örneklerde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi ekonomik kalkınma ile demokratik hukuk devleti ilkeleri arasında doğrudan bir irtibat söz konusudur. Girişim özgürlüğünü teminat altına alan, açık ve şeffaf hukuk kurallarının olmadığı ülkelerin uzun dönemli yatırımlar çekebilmesi de, sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmesi de mümkün değildir.

Demokratikleşme süreçleriyle ekonomik kalkınmamız arasında son 12 yıl içinde sağlanan güçlü bağ korunacak ve derinleştirilerek güçlendirilecektir.

Üç Y olarak tanımladığımız yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluğa karşı mücadeleyi ahlaki dokumuzun korunması, adil gelir dağılımına dayalı sosyoekonomik dengenin sağlanması ve demokrasiyle kalkınma arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi açısından bir zorunluluk olarak görüyoruz. Dünyada hiçbir ekonomik güç insan kaynağından daha önemli ve kalıcı değildir. Kişi başına düşen milli gelir açısından alt orta gelir grubundan üst orta gelir grubuna yükseldiğimiz son 12 yıl içindeki kalkınmamızın niteliksel bir atılım içerisinde yeni bir aşamaya taşınması ve en kısa sürede yüksek gelir grubuna ulaşmamız temel hedefimizdir.

2023 hedefleri doğrultusunda ikinci atılım döneminde temel hedefimiz insan odaklı kalkınmadır. Ülkemizin insan kaynağını çağdaş dünyayla rekabet edebilir donanıma kavuşturan ve hayat boyu süren bir süreç olarak eğitimi insani kalkınmamızın odağına yerleştiriyoruz.

Ar-ge ve yüksek teknoloji yatırımlarına büyük destekler vererek teknoloji tüketen değil teknoloji üreten bir ülke olacağız. Niceliksel kalkınma, niteliksel derinlik kazanacaktır. İnsan onuruna dayalı siyaset anlayışımızın ve insan odaklı kalkınma stratejimizin en temel araçlarından birisi bütün vatandaşlarımızı kuşatan sağlık politikalarımız ve sosyal devlet uygulamalarımızdır.

Geleceğimizin teminatı olan AK Parti gençliği sizlere sesleniyorum; devlet, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin bedeni, ruhi ve zihni donanımı için her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. Pozitif ayrımcılığı, anayasal teminat altına aldığımız kadınlarımızın sosyal hayat içindeki konumlarının güçlendirilmesi sosyal güvencelerinin sağlanması ve karar mekanizmalarındaki etkinliklerinin artırılması en öncelikli hedeflerimiz arasındadır. Engelli vatandaşlarımızın toplumsal hayata katılımı önündeki bütün engelleri kaldırmak, devletimizin sadece anayasal bir görevi değil aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur.

Asya, Avrupa ve Afrika ana kıtasının merkezinde ve önemli denizlerin ve ekonomik havzaların kesişim hattında bulunan coğrafyamız enerji tarım ve ticaret stratejimiz bağlamında en etkin şekilde değerlendirilecektir. Kadim İpek Yolu’ndan küresel enerji hatlarına ve ticaret yollarına geçişte öncü bir rol üstlenilecek ve bu yolla ekonomik karşılıklı bağımlılık ilkesinden hareketle bölgesel barış alanları oluşturulacaktır.

Ekonomide nihai hedefimiz; ülkemizin her köşesinde vatandaşlarımızın evrensel standartlarda onurlu bir hayat yaşamasını sağlayacak gelişmişlik düzeyine ulaşmak, uluslararası rekabette dünyanın en güçlü 10 ekonomisi arasına girerek Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak ve onu geçmek hedefini gerçekleştirmektir.

Ekonomik gücümüz ile ulusal güvenlik ihtiyaçlarımız arasında milli savunma sanayimizin dışa bağımlılığını azaltacak şekilde güçlendirilmesi, milli bekamızın en önemli dayanaklarından biridir.

Bugün çevre bölgelerde yaşanan krizlerin oluşturduğu ateş çemberiyle kuşatılmış bulunan ülkemizin bir istikrar adası olma hüviyeti korunacak, bunun için gerekli güvenlik altyapısı oluşturulacaktır. Dış politikamızda tarihi ve stratejik derinliğimize dayalı olarak bu siyasi ve ekonomik hedefler doğrultusunda milletimizin uluslararası alanda onurlu bir yer edinmesi temel hedefimizdir. İstiklal Savaşımızın temel ilke ve ruhundan hareketle dış politikamızda her zaman mazlumların ve mazlum milletlerin yanında yer alarak insan onurunu koruyan değer odaklı bir yaklaşım benimsenecektir. Bu yaklaşım gerçekçi dış politika uygulamalarıyla hayata geçirilerek bölgesel ve küresel barışa katkı sağlayan özgün bir vizyon ortaya koyacaktır. Çok boyutlu tarihi ve coğrafi zeminden hareketle dış politikada benimsediğimiz dinamik ve çok boyutlu yaklaşım sürdürülecektir. Bu çerçevede uluslararası kurumlara üyeliğimiz ve ittifak ilişkilerimiz uluslararası barış ve istikrara katkı hedefine yönelik olarak etkin bir şekilde değerlendirilecek ve AB üyeliği yönündeki stratejik perspektifimiz korunacaktır.

Komşu ülkelerle geliştirdiğimiz yüksek düzeyli iş birliği mekanizmaları her alanda derinleştirilecektir. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu gibi komşu bölgelerde ve gönül coğrafyamızda kalıcı istikrar ve barışı temin edecek öncü ve vizyoner rolümüz pekiştirilecektir. Özellikle son yıllarda iç gerilimler yaşayan İslam dünyasında ve gönül coğrafyamızda birlik ve barış ortamının tesisi yönünde gereken her türlü çaba gösterilecektir.

Afrika, Asya ve Latin Amerika derinliğinde geliştirilen açılım politikaları kararlı bir şekilde çeşitlendirilecektir. Vicdani diplomasimizin bir gereği olarak çevremizdeki kriz bölgelerinde ve Afrika gibi yardıma ihtiyaç hisseden coğrafyalarda sürdürdüğümüz insani yardımların bu dost ve kardeş ülkelerde silinmeyecek izler bırakacağına inanıyoruz. Bütün bu dış politika alanları, ülkemizin küresel bir güç haline gelmesini sağlayacak şekilde bütüncül bir strateji çerçevesinde uygulanacaktır.

Dünyada hiçbir ülke ve mekan medeniyet mirası bakımından bizim ülkemiz kadar şanslı ve birikimli değildir. İnsanlık tarihinin kadim, modernite ve küreselleşme evreleri bu topraklarda yoğun bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaktadır. İlk tarım toplumunun yaşandığı Çatalhöyük’ten, kadimin en renkli son örneği olan Osmanlı İstanbul’una kadar kadim birikimin bütün renkleri bu mekanda hayat bulmuş, moderniteyle kadimin en kapsamlı yüzleşmesi bu coğrafyada yaşanmıştır. Bugün de küreselleşmenin getirdiği bütün dinamik süreçlere en derinden ve en yakından muhatabız. Kaynağında derin bir insan, zaman ve mekan idraki barındıran bu engin tecrübe birikiminin en doğal sonuçlarından biri; çevre ve şehir bilinci konusundaki duyarlılığımızdır. Var oluşumuzun ontolojik zeminini oluşturan, doğanın, tabiatın ve çevrenin korunması gelecek nesillere olan bir borcumuzdur ve bu ülkenin havası, suyu, toprağı, güneşi, ırmakları, dağları, ormanları ve ovaları vatandaşlarımızın mekan bilincine ve devletimizin sorumluluk alanına emanettir.

Mimari, insani ve sosyal doku açısından en kadim şehir kültürüne sahip olma bilinciyle bu zengin kültürü koruyarak şehirlerimizi insanlık birikimine açmamız ve küreselleşmenin meydan okumalarına karşı insan odaklı bir şehir bilincini yaşanır kılmamız kültürel sürekliliğimizin en temel şartıdır. Bütün bu engin birikime dayanan kültürel birlikteliğimizin esası kesrette vahdet, yani çoklukta birlik ilkesidir.

Değerli kardeşlerim, son iki madde olarak;

Bu ilkeyle, yani çoklukta birlik ilkesiyle içselleştirici, kuşatıcı ve bütünleştirici bir yaklaşımla büyük bir kültürel uyanışa zemin teşkil edecek bir harmanlanma gerçekleştirecek hiçbir medeniyet birikimini ötekileştirmeyen ve dışlamayan bu kültürel harmanlanma ile köklü medeniyet birikimimizden evrensel insanlık kültürüne özgün katkılar sunacak büyük bir varoluşsal kriz yaşanan bu tarihi dönemde insan onuruna dayalı yeni bir medeniyet çağrısının öncüsü olacağız. Türkiye zengin kültürel birikimi, özgürlükçü demokrasi tecrübesi, güçlü ekonomisi, insan odaklı siyaset anlayışı, sağlam sosyal dokusu, dinamik insan unsuru, etkin dış politikasıyla insanlık aleminin onurlu bir üyesi ve küresel düzenin yükselen gücüdür. Bu yükseliş, insan onurunu esas alan Yeni Türkiye Sözleşmesi’yle geleceğe taşınacaktır.

Değerli dava arkadaşlarım; gördüğünüz gibi biz slogan atmıyoruz, biz hakaret etmiyoruz, biz kimseyi dışlamıyoruz, biz yeni bir medeniyet çağrısıyla hem milletimize, hem insanlığa yeni bir çığır açmayı hedefliyoruz.

Paylaşın:
Etiketler: » » » » » »
#

SENDE YORUM YAZ