Son Dakika
Dilek Öncevarlık Hikayesini Anlattı: ‘ATABUTİK İle Hayatım Değişti’
Ataşehir’de Okullar Arası Atatürk Kupası Satranç Turnuvası Düzenleniyor
Ataşehir Temizlik Hareketi: Günde 500 Tona Yakın Çöp Toplanıyor
Başkan Adıgüzel, Kültür Merkezlerinde Proje Çalışmalarını İnceledi
Ataşehir Belediyesi, Avrupa Atık Azaltım Haftası’na Özel Etkinlikleri
İçerenköy Spor Tesisi Her Yaştan Ataşehirli Sporsevere Hitap Edecek
Güneşin en güzel doğduğu, en güzel battığı, mavi ile yeşilin buluştuğu şirin bir ilçe Çatalzeytin…
2500 Civarı nüfusa sahip bu güzel beldenin Belediye Başkanı Ahmet Demir koca koca pek çok belediyelerin yapamadığını yaptı, sanata ve sanatçıya değer vererek uluslararası bir resim çalıştayı düzenledi. Küratorlüğünü ise sevgili Aynur Mahmudova Kaplan ve Ziver Kaplan çifti üstlendi. Nahçıvan, İran, Almanya, Bulgaristan, Irak ve Türkiye’den toplam onbeş sanatçının davetli olduğu çalıştayda ben de vardım…
İzmir-Ankara arası uçak sonrası Bakü’den yola çıkan sevgili Vadoud Moazzen ve değerli eşi Fatma ile buluşarak birlikte otobüsle vardık Çatalzeytin’e… Denize sıfır, arkamız yemyeşil orman, muhteşem manzaralı otelimize yerleştik…
Sabah erkenden kalktım… Güneş altın tepsi gibi yavaş yavaş doğmakta… Yalnız duyulan Karadeniz’in hırçın dalga sesleri… Oynaşan köpekler… Tek tük araç… Bir kaç yürüyen insan… Sahil ise yuvarlak taş cenneti… Ben bir renk aşığıyım. Yeter ki boyam ve fırçam olsun… Fırça bulamazsam sünger ya da ne bulduysam… Tuval, duvar, tahta, taş elime ne geçtiyse… Kurtuluşu yok… Hemen boyayıveriyorum…
Biraz renklerim de kişiliğimi yansıtıyor sanki, parlak, canlı… Elimden gelse bir kamyon götüreceğim bu taşlardan da uçakta kilo sınırı beni bağlıyor. Artık imkanlarım ölçüsünde bir torba toplayıp götüreceğim. En çok da Atatürk’ümün portresini boyuyorum taşlara ve Atatürk aşığı arkadaşlarıma hediye ediyorum. Benim gibi masalarına koysunlar, hep izinde olsunlar diye…
Başkan Ahmet Demir ve ekibi programa öyle özenmişler ki konuklarına bütün Çatalzeytin’in gezilesi, görülesi, mavi yeşil her yerini gezdirip, yöresel bütün yiyeceklerini tattırmak istiyorlar.
Başkan bizimle birlikte gezdiği yerler hakkında bilgileri de bir bir anlatıyor…
Gemiciler fırtınalı günlerde gemisini soranlara “Antik koyun kıyısındaki çatal zeytine bağladım dermiş”. Gel zaman, git zaman beldenin adı “Çatalzeytin” kalmış…
Çatalzeytin saklı kalmış cennetten bir parça sanki… Epeyce uzun sahil şeridinde kameriyelerde halk akşam serinliğinde denize karşı çayını içiyor. Hanımlar, genç kızlar özgür, modern… Tarihi bir hamamı restore etmişler. Akşamları canlı müzik eşliğinde bir şeyler yiyip eğleniyorlar. Bir akşam da bizi götürdüler. İranlı Türk sanatçı ressam ve heykeltraş arkadaşım aynı zamanda çok ünlü bir ses sanatçısı olan Vadoud Moazzen bize sahnede şarkılar söyledi… Sonra başkana istek gelmiş. Demişler ki “Doyamadık… bir akşam bütün Çatalzeytinlilere konser verir mi?” “Peki” demişti Vadoud… Kimseyi kırmak istemez benim canım kardeşim…
Muhteşem Ginolu koyunda yunuslar oynaşırmış…
Gökyüzüne doğru kocaman kollarını yıldızları kucaklar gibi açmış, büyükçe ağaçların oluşturduğu Türkmen pazarını hayranlıkla gezerken kendimi Amazon ormanlarında gibi hissettim. Günümüzde mesire yeri olarak kullanılan bu yere geçmişte pazar günleri pazar kurulurmuş.
Hasmını öldürmek isteyenler de buraya gelir ve amacına ulaşırmış geçmişte… Artık öyle bir ilkellik yokmuş elbette…
Yemyeşil yaylalarda gezindik. Kütükten yapılmış yalak ucunda dağdan buz gibi su akıyordu… Kana kana içtik. Bir yeni gelin bize sıcak süt ikram etti… Yüzlerce yıllık ahşap ambarları hayranlıkla seyrettik… Koyunlar otluyor, ileride bir yavru ceylan koşuyor, süslü inekler nazlı nazlı yayılıyordu. Doğanın sessizliğinde ineklerin çan sesleri doğal bir müzik oluşturuyordu… Sessizce dinledik. Her birimiz fotoğraflar, videolar çektik ki bu güzellikleri döndükten sonra da bakıp yaşayalım diye…
Akşam otelimize geldiğimizde odamıza su istedik. “Çeşmeden içebilirsiniz” yanıtına şaştık. Fatma “Biz şimdi içme suyu ile mi duş alacağız, ne kadar zenginiz!” diye şakalaştı.
Yemyeşil ormanda pek çok meyve ağacı var. Kiraz, incir, erik, elma, armut, böğürtlen… Güzel bir ağaç görünce Başkan dayanamayıp çıkıyor bize toplayıp ikram ediyordu. Bol bol yedik… Hani türküsü de var ya Karadeniz meyvesi karayemiş… İlk kez gördüm, tattım, bayıldım…
1500 Metrelik Koru yaylasında zaman zaman inceden bir sis iniyor ve geçip gidiyor… Muhteşem, romantik bir manzara… Yeşilin her tonu, yere ise rengarenk çiçekler serpilmiş gibi… Mor, sarı, pembe, mavi… Selviler, çamlar gökyüzüne dua eder gibi kollarını uzatmış… “Ne olur kıymayın, yakmayın bizi” diyor sanki… Korkuyorum bu yazdıklarımı ileride çocuklar okuyup hayal etmeye çalışacaklar diye!..
Köknar kozalağından reçel yapan bir kadın bize yararlarını anlatıyor. Nasıl çevik… Ağacın tepesine çıkıp topluyormuş…
Köyün meydanındaki tarihi ahşap cami önü bayramlaşma, bayram yemeği ve toplanma yeri imiş…
Sabah erkenden Ziver ve Aynur ile üçümüz uzun bir yürüyüş yaptık deniz kıyısında…
Kahvaltıdan sonra kaleye gittik. Muhteşem manzaralı kale 1300 yıllarında Cenevizliler tarafından korsanlardan korunma amaçlı yapılmış. Tepeden manzara doyumsuz… Aşağıda hırçın Karadeniz dalgaları ile kıyıdaki kayaları dövüyor. Kayaların ortasında doğal bir havuz oluşmuş. Öyle keyifliyiz ki… Yabani erik ağacını görünce bir kısmımız erik toplarken diğer yarımız “erik dalı gevrektir…” türküsünü söyleyip döne döne oynuyor. Ardından “Bahçe duvarından aştım…” türküsünü geçiyoruz… Alman arkadaşımız Marion hareketli bir dans sergiliyor, biz alkış tutuyoruz…
Arada bir komik anılarımızı anarak kahkahalarla gülüyoruz… Birini anlatayım mı size…
Aynur Bulgaristan’da spa merkezinde bir kadınla tanışmış. Kadın bir ara nasıl becerdiyse Aynur’un telefonunu alıvermiş.
Bir yıl sonra bir gün otobüs firmasından bir telefon Aynur’a “Size bir misafir geliyor, aramamızı istedi.” diye!..
Şaşırmış ama ne yapsın, Tanrı misafiri diye Aynur bunları konuk etmiş. Ancak hanım sabahın köründe kalkıp tepsi tepsi börek, çörek yapıyormuş. İyi güzel de evde un bırakmamış,. Ha bire yenisini istiyormuş bir de!.. Bir gece 04:00’de uyandırmış Aynur’u “fırını çalıştır” diye. Sabaha kadar 5 tepsi paskalya çöreği yapmış. Kim yiyecek bu kadar şeyi demeyin, kapı kapı komşulara dağıtmış. Başka bir gün yine yün aldırmış “sana yelek öreceğim” demiş. Bu kez de yine gece uyandırmış “ölçü alacağım” diye…
Sonra böyle böyle bütün komşularla samimi olmuş ve seneye şükür ki onlara gitmiş…
Ahmet başkan, Sedat bey, çalışanlar çok konukseverler, hep güler yüzlüler…
Bu güzellikler ta ki 10 Ağustos gecesine kadar sürdü. 11 Ağustos ünlü İranlı Türk sanatçı Vadoud Moazzen’in doğum günüydü. O hafta benim, Nahçıvan’dan Murad Nurlu’nun ve Ziver Kaplan’ın da doğum günü olunca kuzu çevirmeden tutun da balık restoranda muhteşem ses Vadoud Moazzen mini konserine kadar planlanmıştı.
Kısmet olmayınca olmuyor işte!.. O gece yağan şiddetli yağmur sele dönüşmüş, sabah kalktığımızda çayın debisi epeyce yükselmiş, gürül gürül akıyordu. Halk deniz kıyısında selin getirdiği odunları topluyordu kışa hazırlık…
Çalışanların söylediğine göre Abana’da çok sel olmuş, araçlar suya kapılmış. Çatalzeytin’in çayı derin olduğundan bizde risk yokmuş.
Hepimiz balkonlarımızdan belgesel izler gibi suyun akışını izliyor, video çekiyorduk. Biraz sonra suyun şiddeti arttı. Önce bitişiğimizdeki futbol sahasının duvarlarından sular taşmaya, mini şelaleler gibi sahaya dolmaya başladı. Biz ona bakarken bir arkadaşımız köprünün üstünden de taşmaya başladı diye haykırdı… Çok geçmedi büyük bir çatırdı ile koca köprünün yarısı koptu ve az sonra aynı şiddetle diğer yarısı da koptu. Sel bütün şiddeti ile kükreyen aslan gibi denize akmaya başladı konteyner, koca koca aydınlatma ve elektrik direklerini önüne kattı, kibrit çöpü gibi sürükledi. Dağdan gelen çamurlar önümüzde hırçın dalgalarla şahlanan Karadenizi doldurarak bir ada oluşturdu. Otelimizin bahçesi ile dört bir yanımızı çamur deryası kapladı. Hapis kalmıştık. Aynı anda elektrik, telefon, internet ve sular kesildi. Belediye Başkanımız Ahmet bey şaşkın ve çaresizlik içinde dizlerine kadar çamura batmış bize ulaşmaya çalışıyordu çamur gölü bahçeden. Bizim “Gelme gelme” bağırışlarımızla geri döndü…
Sonra bir iş makinesi kepçe geldi. Ona bindik, bizi kurtardılar. Belediyenin spor salonuna getirdiler. Hepimiz sucuk gibi ıslanmıştık. Her birimiz mülteciler gibi spor aletlerinin üzerine serildik. Akşama doğru “Selin önü açık, daha fazla otele dolmaz.” diyerek geri döndük. Vadoud, Ömer, Murad, Habib, Derya, Menekşe ve diğer arkadaşlar çalışanlarla birlikte dizlerine kadar çamura batmış çamuru boşaltmaya çalışıyorlardı. Öyle bir yağlı çamur ki, jilet gibi kayıyor… yürünmüyor, kolay kolay temizlenmiyor…
Merdivenlere pike, havlu ne varsa serdik yukarı merdivenler çamur olmasın diye. Hepimize 5 litrelik pet şişe su dağıttılar. Karnımızı doyurduk… Güya o gece doğum günü kutlayacaktık… Hepimiz kenetlenmiş, moral bulalım diye mum ışığında fıkralar anlattık. Hat çekmiyor, şarjlar bitmek üzere… Kimse yakınlarına haber veremiyor. Bir ara adaşım Hülya hanımın telinin çektiğini öğrenince hepimiz kısa cümlelerle yakınlarımıza “iyiyiz” diyebildik. Ben eşim Hikmet’i aradığımda kızım Senem’im AFAD, jandarma her yere başvurmuş, benden haber almak için. Telefonu kapattım… O ana kadar sakin davranırken kendimi tutamadım. Karanlıkta arkadaşlarıma hissettirmemeye çalışarak onların, korku, heyecan ve çaresizliğine için için ağladım. Ertesi gün belediye bir minibüs ile bizi Kastamonu’ya ulaştırdı. Kimi arkadaşlar evine dönerken Vadoud, Fatma, ben ve Alman arkadaşları bir gece Aynur ve Ziver çifti evlerinde konuk ettiler. Sabahında Ziver bey bize Kastamonu’yu gezdirdi. Yöresel şeyler aldık… Öğleden sonra Vadoud, Fatma ve ben Ankara’ya gittik. İki gün boyunca Anıtkabir, Kuğulu Park ve kimi yerleri bir güzel gezdik…
Anıtkabir’de gözlerim doldu, gözyaşlarım akmasın diye hep tavana baktım… Aslanlı yolda aslan heykellerinin üstüne 3 çocuğu ile ata biner gibi binmiş poz veren adamın kafasına öfkemden terlik fırlatmak geçti içimden…
Atatürk hayranı İranlı Fatma’mın temiz yüreğinden geçenler programda olmadığı halde kısmet olmuştu. Demek yürekten isteyince gerçekten oluyormuş…
Allah memleketimin hiç bir köşesine artık ne sel, ne yangın ne de deprem vermesin…
Ne hayal ettik, nelerle karşılaştık… Kısmetten öte geçilmiyormuş demek ki!.. On beş gün önceden ince ince düşünüp hazırladığım sergi ve diğer geziler için hazırladığım giysilerimi, ona uygun takılarımı bir bir geri bavuluma yerleştirdim.
Biz şanslıyız… Allah sağlık versin, bir daha geliriz… Yeter ki yaralar sarılsın… Giden canlar geri gelmez elbet ama hiç olmazsa diğer kayıplar tez onarılsın… Ve bir daha yaşanmaması için gerekli önlemler alınıp, uygun yapılaşma yapılsın…
Bizim gördüğümüz Çatalzeytin’den daha da güzel olsun… herkes gidip o güzelliği yaşasın…
Etiketler: Çatalzeytin » Hülya Sezgin » Kastamonu » Ressam » YeşilİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
06 Mart 2024 Ataşehir, Ataşehir Belediyesi, Gündem, Köşe Yazıları, Manşet, Siyaset, Son Dakika, Üst Manşet
17 Aralık 2023 Köşe Yazıları
09 Kasım 2023 Köşe Yazıları
28 Ekim 2023 Köşe Yazıları