Son Dakika
Ataşehir Temizlik Hareketi: Günde 500 Tona Yakın Çöp Toplanıyor
Başkan Adıgüzel, Kültür Merkezlerinde Proje Çalışmalarını İnceledi
Ataşehir Belediyesi, Avrupa Atık Azaltım Haftası’na Özel Etkinlikleri
İçerenköy Spor Tesisi Her Yaştan Ataşehirli Sporsevere Hitap Edecek
Tiyatro Eğitmeni Gamze Aşık’ın Bir Afişle Hayali Gerçeğe Dönüştü
Ataşehir Belediyesi Bütçesi İBB Meclisinde Kabul Edildi
12 Eylül 1980 darbesi hem demokrasi çabaları içindeki Türkiye Cumhuriyeti hem de üniversitelerimiz için ciddi bir tahribat nedeni olmuştur. Ben bu tarihte İstanbul Tabip Odası başkanıydım. Oda kapatıldı, ben gözaltında karakolda sabah ve akşam 7.30 da imza attım.
Türkiye’nin kaderinde büyük rol oynamış dünyaca tanınan ünlü bir akademisyen Prof.Dr. İHSAN DOĞRAMACI Türkiye üniversitelerini bu faşizan yönetim paralelinde adeta yeniden yapılandırmış vesayete muhtaç hale getirmiş, bir ülkenin gözbebeği sayılan bu eğitim kurumlarının onurunu kırmıştır. DOĞAN KUBAN hoca o yıllarda üniversite medresesinde bahseder olmuştu İhtilalin lideri EVREN PAŞA 70’lerdeki kaostan üniversiteleri sorumlu tutuyordu. O halde onları bir disiplin altına almak yerinde olurdu. Bu amaçla 1981’de YÖK (Yüksek öğretim Kurumu) kuruldu. Başkanlığa atanan Prof. Dr. Doğramacı öğretim üyelerine siz uzmanlarsınız, yönetim bizim görevimizdir diyordu. 12 Eylül hiç kuşkusuz, bu topluma ve onun siyasetine kültürüne, sanatına üniversitelerine vurulmuş büyük bir darbedir. Yazık ki dünyaca ünlü bir bilim adamı olan Doğramacı bu faşizan askeri yönetimin has adamı olmuştur. Evren paşa 70’lerdeki olaylardan üniversiteleri sorumlu bulmasına, Doğramacı’nın hiçbir itirazı olmamıştır. YÖK sistemi ve Doğramacı bu baskıcı merkeziyetçi yapıda, üniversiteleri askeri bir zaptı-rapt altına alan sisteme sadakatle hizmet etti. Bizim kuşağımız özerk, (Mümtaz Soysal hocanın deyimi ile) erkini özünden alan siyasetten bağımsız, özerk bir üniversitenin kurulması için çok çaba göstermiştir. Umutlarımız vardı ama 12 Eylül bu umutlarımızı yıkmıştır YÖK başkanı.. Özellikle üniversiteye getirilen özerkliğe aykırı yeniliklere, yoğun baskı ve haksızlıklara öncülük etti. Öğretim üyeliği kriterleri değişti, acele öğretim üyesi yetiştirebilmek için, yardımcı doçentlik icat edildi. Akademik ünvanlar ucuzladı. 1402 ile özellikle solcu diye tanınan çok sayıda öğretim üyesi arkadaşımız üniversiteden çıkarıldı. Bu belgelerin imza sahibi de odur. YÖK bu listelerin hazırlanışında bir rolü olmadığını iddia etmişse de Sıkı Yönetim Koordinasyon Başkanı Korgeneral NEVZAT BÖLÜGİRAY kitabında YÖK ‘ün elden gönderdiği listelerle bu kıyıma destek verdiğini açıkça ortaya koymaktadır. YÖK Rektörlerinin bir bölümü adeta üniversitelerinde terör estirmişlerdi. Konya Selçuk Üniversitesini ziyaretimde genç öğretim üyelerinden, rektör Halil Cin’in onlara “Ayaklarınızı denk alın kırarım onları” diye seslendiğini öğrenmiştim. Bursa Üniversitesi rektörü nöroloji kongrelerinde arkadaşlık ettiğimiz rektör de benzer bir tutumla arkadaşlarımızı sürgün etmişti. Erciyas Üniversitesi rektörünün de onlardan aşağı kalmadığını meslekdaşların mektuplarından öğreniyorduk. Hacettepe üniversitesi tıp fakültesinden ünlü sinir cerrahı sınıf arkadaşım Prof.Dr. NURHAN AVMAN’nın istifa edip Ankara Üniversitesine geçişini hayretle karşılamıştım. İlk buluşmamızda, bunun nedenini anlattı. Ay sonlarında Doğramacı hocanın karşısında tam bir disiplinle hazırola geçiyoruz. O da her birimiz için uygun gördüğü döner sermaye miktarlarını zarf içinde ceplerimize koyuyor. ”Buna dayanamadım. Coşkun
Bütün bunlara o döneme ait eklenecek çok şey var. Kısaca değineceğim; Sıkı yönetim ve MGK (Milli Güvenlik Kurulu)
Server Tanilli’nin kitaplarının tümü ile sakıncalıı olduğunu bildiriyor ve yasaklanmasını istiyordu. Yine bu yönetim dekanlık aracığı ile bazı üyelerin sendika kurmak girişimine bulunduğu bilgisinin alındığını bildiriyor ve onların ihbar edilmesini istiyordu. Sınıf arkadaşım Korkmaz Altuğ dekanımızdı ve yazılar dekanlık aracılığı ile geliyordu. Ben nöroloji anabilim dalı başkanı idim.
Bu yazılara bir anabilim dalı başkanlığı böyle bir ihbarcılık ve yasaklama görevini üstlenemez. Bunu arkadaşlarımla birlikte şiddetle reddediyoruz diye cevap yazdım.
İstanbul Üniversitesi rektörü arkadaşımız Prof.Dr. Cemi Demiroğlu idi. Üniversitemiz, halka hitap ederken “Bir sağdan bir soldan asıyoruz asmayıp besleyelim mi“ diye soran darbe liderine alkışlar arasında doktora ünvanı verdi. Doğramacı bu sahneyi utanç içinde izleyenleri alkışa teşvik ediyordu. Bence verilen bu unvan, Üniversitemizin tarihinde bir utanç sayfasıdır. (Evren paşanın sorusuna halkımızın AS! AS! Diye cevap verdiğini de saklamayacağım)
Darbeden sonra yapılan ilk seçimi ANAP kazandı ve TURGUT ÖZAL başbakan oldu. Özal’ın, Evren ve Doğramacı ile arasının iyi olmadığını biliyorduk. 1984’de onunla Abant’ta karşılaştım ve görüşme rica ettim. ”YÖK değil mi?” diye sordu. Evet dedim. ”Yarın sabah gölün etrafını beraber dolaşalım, sizi dinlerim” dedi. Buluştuk, yola çıkarken ”Bakın şimdi benim öğretim üyesi olarak konuşmam bile yasak” dedim. Etrafımızda gazeteci dolu idi. Onlara dönerek ”Arkadaşlar sakın hocayı ele vermeyin!” diye uyarı yaptı. Göl etrafı 90 dakika sürdü. Yolda Özal bazı ahpaplıklar yapıyordu, ben geniş şekilde YÖK’ü ve şikayetlerimizi anlatabildim. Güvenlik soruşturmaları devam ediyordu, asistan alamıyorduk. Bir öğretim üyemiz 1402 ile uzaklaştırılmıştı (Gencay Gürsoy). Binaya girmesi bile yasaktı. Özal’ın beni ilgi ve sempati ile dinlediği açıktı ama acaba umutlanabilir miydik?. Bunun ardından Özal İstanbul’da Sheraton otelinde Doğramacı ile öğretim üyelerini bir araya getiren bir toplantı düzenledi. Belli ki Doğramacı’yı zor duruma düşürmek istiyordu. Ben orada Özal’la selamlaştım ama konuşmalara hiç karışmadım. Arkadaşlar Özal’dan umutlanarak birer birer ortak yakınmalarımızı anlattılar. Doğramacı çok bozulmuştur diyeceksiniz. Öyle olmadı. Bu adam büyük usta. Özal’a bazı davetler düzenledi, bazı plaketler ayarladı ve Özal hemen hemen Doğramacı’yı unuttu.
Bu yıllardaki bizler için bir başka üzüntü de BARIŞ DERNEĞİ davası ve arkadaşlarımızın mahkumiyeti olmuştur. Ben de kurucular arasında idim. Tabip odası ile meşgul olduğum için hiçbir toplantıya gidememiştim. O yüzden hapse girenler arasında olmadım. Onları ziyarete gittim. Ben fakültede tiyatro kolu başkanı olduğum için hazırladığımız bir tiyatro oyunundaki kırmızı lamba için sıkı yönetimde Selimiye’de sorguya çekildim. Bir süre sonra dekanlık yolu ile bir ihtar geldi “anlamlara yol açacak işaret ve sembollar kullanmaması“ tavsiye ediliyordu..
Profesörler toplantılarına son verildi. Artık bir araya gelemiyorduk. Tek yol devrim diye koridorları inleten öğrencilerimiz de sus pus oldular. Ne kadar hazini bazı öğrencilerden solcu öğretim üyelerini ihbar eden mektuplar geldi.. Yıllarca bu zulme sessiz kaldık 1988’de cumhuriyette YÖK’ü eleştiren bir yazım yayınlandı. Bu yazı hiç beklemediğim büyük bir ilgi gördü. Bunun üzerinde yakın tanıdığım bazı arkadaşları bir toplantıya davet ettim. Teknik Üniversite sosyal tesislerinde buluştuk, Hemen hepsi geldi. Hatırladıklarım, Burhan Şenatalar, Ayhan Alkış, Gencay Gürsoy, Ayla Gürsoy, Türkan Saylan, Ülkü Azrak, Aysel Çelikel, Tahsin Yeşildere, Nihat Falay, Kadir Erdin.. Bu toplantılarda neler yapabileceğimizi konuştuk. Sık sık buluştuk. Çok gecikmeden bir dernek kurduk. (ÖĞRETİM ÜYELERİ DERNEĞİ) Ben kıdemim ve çağrı yapan kişi olarak başkan seçildim. SÜLEYMAN DEMİREL VE ERDAL İNÖNÜ.. Muhalefet liderleri idiler. Her ikisi ile temas kurduk. Bize çok ilgi gösterdiler ve yardımcı oldular. Özellikle ERDAL beyden büyük yakınlık gördük. DEMİREL de ”YÖK’ün o noktalarını kaldıracağız arkadaşlar” diyordu. Demirel yeniden başbakan oldu. Bu defa verdiği sözleri unutmuş olmalı 27 rektörle bir toplantı yaptı, ama YÖK’ü ‘kaldırmaktan hiç söz etmedi. Randevu istedik, verdi. Başbakanın huzuruna çıktık. Ben en yaşlı üye ve dernek başkanı olarak “Sayın Demirel, bize YÖK’ü yok etmekten bahsetmiştiniz, vaz mı geçtiniz” dedim. “Efendim tez ve anti tezden bir sentez çıkaracağız“ diye cevap verdi. Ne demek istiyordu iyi anlamadık ama politikacı dönüşlerini iyi biliyorduk. Ahmet Altan’la tanışıyordum. O STAR TV’de Kırmızı Koltuk adlı bir program yapıyordu. Beni dernek başkanı olarak o programa davet etti. Çok iyi bir fırsattı. Orada belki iki saat YÖK’ün Üniversitelerimiz için neye mal olduğunu detaylı anlattım. Arkadaşlarla akşam saatlerinde sık sık buluşuyor ve çalışıyorduk. Ankara ODTÜ üniversitesinden arkadaşlarla (Yakup Kepenek onlar arasında idi) temas halinde idik. Aysel Çelikel ve Ülkü Azrak bir Üniversite Kanun taslağı hazırladılar. O yayınlandı. Hazırladığımız bir panelde sunumu yapıldı. Anadolu’daki Üniversitelerden çok sayıda mektuplar alıyorduk. Özellikle YÖK rektörlerinin otoriterliği geride bırakan adeta terör estiren rektör davranışlarını anlatıyorlardı.
1992 yılında TRT den bir davet geldi. Ankara’da TV de Doğramacı ile bir araya gelecek ve YÖK’ü tartışacaktık. Doğramacı’nın yanında liseden sınıf arkadaşım Hacettepe rektörü YÜKSEL BOZER vardı. Ben Ankara Hukuk fakültesinden bir profesör (Adını hatırlayamıyorum) ile beraberdim. İki saat süren bu açık oturumda açıkça belki biraz sertçe, çok net bir yaklaşımla YÖK eleştirisi yaptım. Oturum sona erince elimdeki üniversitelerden gelen şikayetlerle dolu kabarık bir dosya ile “bakın ne çok şikayet var” diyerek Doğramacı’ya yaklaştım. Hemen dosyayı elimden alıp ters çevirdi ve bana “Coşkun bey siz benden ne istersiniz sizin için ne yapabilirim? “dedi. Bu bir bakıma sizi hangi pahaya satın alabilirim demekti. Sayın YÖK başkanının bu tür davranışlarına yabancı değildik.. Çok ünlü çok marifetli Hacettepe’yi kuran İhsan Doğramacı’nın bu özelliklerini umursamadan övgü alıyor olmasını yadırgamışımdır. Özellikle Hacettepe’lilerin bir bölümü bu övgüleri paylaşanlardır. Üniversiteye Heykeli de dikilmiştir.
.Meclise gidiyor ve komisyonlardaki üyelere vaatlerde bulunarak çocukların torunlarına bakarak bütçeden Hacettepe’ye en büyük payı elde ettiği biliniyordu. TV programına büyük övgüler geldi ama yergi ve kınamalar da hiç az değildi. Benim için en çarpıcı ve üzüntü ile belirteceğim kınama Türkiye’nin en ünlü çokça övdüğümüz klasik müzik sanatçılarının telgrafı olmuştur. Bu telgraf fakülte dekanına da gönderilmişti. Bazı diğerleri gibi. Gürer Aykal, Suna Kan, Gülay Uğurata, Ersin Onay ve Ayten Gökçer’in adları ile… Doğramacı bana TRT de vaad ettiği destek ve ayrıcalığı hiç kuşkusuz onlar için sonuna kadar kullanmıştır. Bu değerli sanatçılar Doğramacı’nın gerçek kişiliğini anlayamamış, üniversitelerimiz için neye mal olduğunu öğrenmemişlerdir. Onlar gibi Doğramacı’yı ve YÖK’ü öven beni kınayan mektup ve telgraflar da aldım. Bu insanlar acaba gerçekleri sonraki yıllarda öğrenmiş olabilirler mi?
Bu yazı sanatçılarımız için sürpriz olmasın isterim. Onlarla yayından önce konuşacağım. YÖK üniversitelerimiz için büyük bir talihsizliktir, bakın hala o rolü oynamaya AKP yönetiminde devam ediyor. Bilim teknolojide ve Sözcü’de anlatan yazarlar oldu. Ne kadar hazin, para karşılığı yüksek lisans, doktora tezi hazırlayan şirketler var. Bu şirketlerde görev yapan profesörler de var. Tek yayını olmayan çok sayıda rektör var. Bilim, 200 yıldır ateistlerin etkisi altındadır diyen rektörler de var. Şu güzelim Boğaziçi Üniversitesini ne hale getirdiler. Atanmış profesörler rahatça koltuklarında oturuyorlar…
Prof. Dr. Coşkun Özdemir
Etiketler: Coşkun Özdemir » İhsan Doğramacı » Üniversite » YÖKİLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
06 Mart 2024 Ataşehir, Ataşehir Belediyesi, Gündem, Köşe Yazıları, Manşet, Siyaset, Son Dakika, Üst Manşet
17 Aralık 2023 Köşe Yazıları
09 Kasım 2023 Köşe Yazıları
28 Ekim 2023 Köşe Yazıları